Can
New member
Ebu Leheb’in Hikâyesi: Kalbin Kapalı Olduğu Bir Yolculuk
Selam dostlar,
Bugün sizlere tarih kitaplarının kuru satırlarında okuduğumuz bir ismi, biraz daha insanî bir hikâye ile anlatmak istiyorum: Ebu Leheb. Hepimiz onun İslam’a karşı duruşunu biliyoruz. Ama neden? Hangi duygular, hangi korkular, hangi hesaplar onu bu yola sürükledi? Gelin, biraz hayal gücümüzle, biraz da tarihî rivayetlerin ışığında o döneme gidelim.
---
Mekke’nin Dar Sokaklarında
Mekke’nin sıcak taşlarının üstünde öğle güneşi ağır ağır ilerlerken, şehrin ileri gelenlerinden Ebu Leheb, evinin gölgeli avlusunda oturuyordu. Servetiyle, kabilesinin saygınlığıyla, ticaret yollarındaki gücüyle tanınan bu adam için hayat, dengeler üzerine kurulmuştu.
Bir yanda kabilesinin liderleriyle kurduğu sağlam bağlar, diğer yanda gelenekleri koruma sorumluluğu… Tam da bu noktada, yeğeni Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği mesaj, Ebu Leheb’in kurduğu bu dengeleri kökünden sarsma potansiyeline sahipti.
---
Erkeklerin Stratejik Gözü: Abdurrahman’ın Bakışı
Hikâyemizdeki ilk karakter, Ebu Leheb’in yakın dostlarından biri olan Abdurrahman. O, meseleleri her zaman satranç tahtası gibi görürdü. Ona göre Muhammed’in daveti, sadece bir inanç meselesi değil; Mekke’nin ekonomik ve siyasi düzenini değiştirecek bir hamleydi.
Abdurrahman, Ebu Leheb’e sık sık şunu söylerdi:
“Bak dostum, bu davet kabul görürse, Kâbe’ye gelen kervanlar başka gözle bakacak. Putlara olan bağlılık azalırsa, hac ticareti zayıflar. Bizim ticaretimiz, Mekke’nin gücü, kabileler arasındaki dengeler bozulur. Bu, sadece ibadet meselesi değil; bu, şehrin kaderi meselesi.”
Ebu Leheb, bu sözleri dinledikçe zihninde yeni bir resim oluşuyordu. Onun için risk, sadece inanç değişimi değil; hayat boyu kurduğu düzenin yıkılmasıydı.
---
Kadınların Empatik Gözü: Safiyye’nin Bakışı
Ama hikâyede bir başka ses vardı: Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil’in kardeşi Safiyye. O, kabile bağlarını güçlü tutan, ama kalbin sesini dinleyen bir kadındı. Safiyye, bir gün Ebu Leheb’in avlusuna geldiğinde şöyle dedi:
“Amca, Muhammed’i küçüklüğünden beri tanıyorsun. Onun yalan söylediğini hiç gördün mü? Onun çocuklara, yetimlere, yoksullara nasıl davrandığını hatırla. Şimdi sana yine doğruluk, merhamet ve tek Allah’a kulluk çağrısı yapıyor. Bu sözler, ticaretin mi yoksa insanlığın mı terazisinde tartılmalı?”
Safiyye’nin sesi, Ebu Leheb’in aklında değil, kalbinde yankılandı. Ama bu yankının üstüne, Abdurrahman’ın stratejik hesapları ağır basıyordu.
---
İki Ses Arasında
Ebu Leheb, günlerce bu iki ses arasında gidip geldi. Bir yanda geleneksel düzeni koruma isteği, diğer yanda çocukluğundan beri güvendiği bir insanın çağrısı. Erkeklerin stratejik bakışı ona “tehlike” diyor, kadınların empatik bakışı ise “doğruluk” diyordu.
Bir gece, Mekke’nin yıldızlı göğü altında yalnız yürürken, aklından şu sorular geçti:
- “Ya Muhammed doğruysa?”
- “Ya kabul edersem ve tüm düzen bozulursa?”
- “Ya reddedersem ve bu bir fırsatı ebediyen kaçırmak olursa?”
---
Kilitlenmiş Bir Kalp
Sonunda, Ebu Leheb’in tercihi korkudan yana oldu. Çünkü korku, umut kadar güçlü bir kuvvetti. Üstelik bu korku, sadece ekonomik kayıplardan değil, kabilesinin gözünde “geleneklerine ihanet eden” bir adam olarak görülme ihtimalinden de besleniyordu.
Ve böylece, tarih sayfalarına geçecek o açık karşı duruş başladı. Sözleri, sadece yeğenine değil, onun getirdiği mesaja da sert bir reddiye oldu.
---
Hikâyenin Özünde Ne Var?
Bu hikâye bize şunu gösteriyor: İnsanlar, bazen en yakınlarının bile doğru olduğunu bildikleri şeylere karşı durabiliyor. Neden?
- Çünkü stratejik hesaplar, güvenli alanını koruma isteği, çoğu zaman vicdanın önüne geçebiliyor.
- Çünkü toplumun beklentileri, bireyin inanç yolculuğunu yönlendirebiliyor.
- Çünkü kalbin kapısını açmak, bazen malları, mevkileri ve alışkanlıkları bırakmak anlamına geliyor.
---
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Dostlar, şimdi top sizde. Sizce Ebu Leheb’in asıl engeli neydi?
- Stratejik kaygılar mı?
- Toplumsal baskı mı?
- Yoksa kişisel gurur mu?
Ve daha önemlisi… Biz bugün kendi hayatımızda, “doğru bildiğimiz ama çıkarımıza uymayan” şeylere nasıl tepki veriyoruz?
Hadi gelin, bu başlık altında hem tarihî hem de kişisel derslerimizi paylaşalım. Belki geçmişteki bir hikâye, bugünkü seçimlerimizde bize yol gösterir.
Selam dostlar,
Bugün sizlere tarih kitaplarının kuru satırlarında okuduğumuz bir ismi, biraz daha insanî bir hikâye ile anlatmak istiyorum: Ebu Leheb. Hepimiz onun İslam’a karşı duruşunu biliyoruz. Ama neden? Hangi duygular, hangi korkular, hangi hesaplar onu bu yola sürükledi? Gelin, biraz hayal gücümüzle, biraz da tarihî rivayetlerin ışığında o döneme gidelim.
---
Mekke’nin Dar Sokaklarında
Mekke’nin sıcak taşlarının üstünde öğle güneşi ağır ağır ilerlerken, şehrin ileri gelenlerinden Ebu Leheb, evinin gölgeli avlusunda oturuyordu. Servetiyle, kabilesinin saygınlığıyla, ticaret yollarındaki gücüyle tanınan bu adam için hayat, dengeler üzerine kurulmuştu.
Bir yanda kabilesinin liderleriyle kurduğu sağlam bağlar, diğer yanda gelenekleri koruma sorumluluğu… Tam da bu noktada, yeğeni Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği mesaj, Ebu Leheb’in kurduğu bu dengeleri kökünden sarsma potansiyeline sahipti.
---
Erkeklerin Stratejik Gözü: Abdurrahman’ın Bakışı
Hikâyemizdeki ilk karakter, Ebu Leheb’in yakın dostlarından biri olan Abdurrahman. O, meseleleri her zaman satranç tahtası gibi görürdü. Ona göre Muhammed’in daveti, sadece bir inanç meselesi değil; Mekke’nin ekonomik ve siyasi düzenini değiştirecek bir hamleydi.
Abdurrahman, Ebu Leheb’e sık sık şunu söylerdi:
“Bak dostum, bu davet kabul görürse, Kâbe’ye gelen kervanlar başka gözle bakacak. Putlara olan bağlılık azalırsa, hac ticareti zayıflar. Bizim ticaretimiz, Mekke’nin gücü, kabileler arasındaki dengeler bozulur. Bu, sadece ibadet meselesi değil; bu, şehrin kaderi meselesi.”
Ebu Leheb, bu sözleri dinledikçe zihninde yeni bir resim oluşuyordu. Onun için risk, sadece inanç değişimi değil; hayat boyu kurduğu düzenin yıkılmasıydı.
---
Kadınların Empatik Gözü: Safiyye’nin Bakışı
Ama hikâyede bir başka ses vardı: Ebu Leheb’in eşi Ümmü Cemil’in kardeşi Safiyye. O, kabile bağlarını güçlü tutan, ama kalbin sesini dinleyen bir kadındı. Safiyye, bir gün Ebu Leheb’in avlusuna geldiğinde şöyle dedi:
“Amca, Muhammed’i küçüklüğünden beri tanıyorsun. Onun yalan söylediğini hiç gördün mü? Onun çocuklara, yetimlere, yoksullara nasıl davrandığını hatırla. Şimdi sana yine doğruluk, merhamet ve tek Allah’a kulluk çağrısı yapıyor. Bu sözler, ticaretin mi yoksa insanlığın mı terazisinde tartılmalı?”
Safiyye’nin sesi, Ebu Leheb’in aklında değil, kalbinde yankılandı. Ama bu yankının üstüne, Abdurrahman’ın stratejik hesapları ağır basıyordu.
---
İki Ses Arasında
Ebu Leheb, günlerce bu iki ses arasında gidip geldi. Bir yanda geleneksel düzeni koruma isteği, diğer yanda çocukluğundan beri güvendiği bir insanın çağrısı. Erkeklerin stratejik bakışı ona “tehlike” diyor, kadınların empatik bakışı ise “doğruluk” diyordu.
Bir gece, Mekke’nin yıldızlı göğü altında yalnız yürürken, aklından şu sorular geçti:
- “Ya Muhammed doğruysa?”
- “Ya kabul edersem ve tüm düzen bozulursa?”
- “Ya reddedersem ve bu bir fırsatı ebediyen kaçırmak olursa?”
---
Kilitlenmiş Bir Kalp
Sonunda, Ebu Leheb’in tercihi korkudan yana oldu. Çünkü korku, umut kadar güçlü bir kuvvetti. Üstelik bu korku, sadece ekonomik kayıplardan değil, kabilesinin gözünde “geleneklerine ihanet eden” bir adam olarak görülme ihtimalinden de besleniyordu.
Ve böylece, tarih sayfalarına geçecek o açık karşı duruş başladı. Sözleri, sadece yeğenine değil, onun getirdiği mesaja da sert bir reddiye oldu.
---
Hikâyenin Özünde Ne Var?
Bu hikâye bize şunu gösteriyor: İnsanlar, bazen en yakınlarının bile doğru olduğunu bildikleri şeylere karşı durabiliyor. Neden?
- Çünkü stratejik hesaplar, güvenli alanını koruma isteği, çoğu zaman vicdanın önüne geçebiliyor.
- Çünkü toplumun beklentileri, bireyin inanç yolculuğunu yönlendirebiliyor.
- Çünkü kalbin kapısını açmak, bazen malları, mevkileri ve alışkanlıkları bırakmak anlamına geliyor.
---
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Dostlar, şimdi top sizde. Sizce Ebu Leheb’in asıl engeli neydi?
- Stratejik kaygılar mı?
- Toplumsal baskı mı?
- Yoksa kişisel gurur mu?
Ve daha önemlisi… Biz bugün kendi hayatımızda, “doğru bildiğimiz ama çıkarımıza uymayan” şeylere nasıl tepki veriyoruz?
Hadi gelin, bu başlık altında hem tarihî hem de kişisel derslerimizi paylaşalım. Belki geçmişteki bir hikâye, bugünkü seçimlerimizde bize yol gösterir.